7 Aralık 2015 Pazartesi

Yalnız

 Masanın üstünde su bardağı vardı. Yaşlanmış kadın suratı gibi çizgi, çizgi olan tahta masanın üstünde... Ekmek kırıntıları, dökülmüş tuz, yapışkan hale gelmiş ufak parçacıklar, yol kurmuş tek sıra halinde gel git yapan karıncalar, biraz nem biraz rutubet ve birazda keder kokuyordu.

 Örümcek ağları avizenin üstünü kaplamışlardı. Dolaplar tozluydu. Sessizlik öyle bir hakimiyet kurmuştu ki içerisine, derinlik ölçülebilirlikten çıkmıştı. Ev, anılar gibi kararmıştı. Yağmur öncesi gökyüzü nasılda ağlamaklıdır ve ağlayamaz da içine atarya göz yaşlarını, tamamiyle böyleydi burası.

 Bastığım yerler gıcırdıyordu. Sanki üstüne biri basmamış ve bu durumdan dolayı biraz hamlamış bir insan gibiydi. Aile bireyleri ölmüş. Sen ölmüş ve ben de ölmüştüm. Arkamızda kalan evimiz kapkara kalmıştı. Sence bir ölü pişman olabilir miydi? Hayatımda hiç bir soruya bu kadar net ' hayır ' demek istediğini hatırlamıyordu. Ölüler vardı. Ölüler ağlar mıydı? Ağlamaklı gibi oldu ve duvarın içinden geçti. Yollardan, kaldırımlardan, köprülerden ve insanların içinden geçti. Zaman, zaman biraz yükseldi, İnsanlara, şehre ve evine yukarıdan baktı. Yaşarken de her şey değişiyordu ve kendisi aynıydı. Tıpkı ölüykende olduğu gibi...

 Mezarına gitti. Topraktan içeri girdi ve gözlerini kapadı.



 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder