3 Temmuz 2019 Çarşamba

Kiralık Hayatlar

  Günlerden bir gün, semtlerden bir semt, şehirlerden en kalabalığı ve ortasından deniz geçenin de bankta uzanmış bir takım elbise varmış.Şehirde ki indirimlerden sıkılmış, paça boyunun alınmasından yaralı düşmüş, içine aldığı insanların göbeklerinden çatlayacak kadar genişlemiş ve en sonunda dayanamamış kendini sahil kenarında bir banka atmıştı.

  Evet o sizin ciddiyet sembolünüz, özel günlerde giydiğiniz, lisedeyken kendinizi mafya gibi hissetmenizi sağlayan, iş görüşmelerinin vazgeçilmezi, sisteme girmek için kullandığınız kendinizle sistem arasında ki bir uyum süreci. Adam olmanın kumaş hali!

  Aslında takım elbise 1600 yılına kadar uzanan, günümüze gelene kadar değişikliklere uğramış bir Batı Avrupa saray kıyafetidir.Saray içinde  erkeklerle başlamış, kadınlara sıçramış daha sonrada halka inmiştir. Zaten önemli olanı da halka indikten sonra büründüğü roldür. Bizler o takım elbiseye girerek saraylılar gibi gözükmeye çalışıyoruz. Bir zümreye ait, diğerlerine göre daha güçlü insanlar gibi gözükmeye çalışıyoruz. Saraylar, firmalar, tek tipler, maaşlar, yol ve yemek paraları, primler hatta ve hatta senede iki takım elbise hediyeli işler...Birde " eşitlik " ve " aynılık "  arasında ki farkı anlamayan zottirikler.

  Aklınızda içinde bir insan varmış gibi hayal ettiğiniz bankta oturan takım elbise aslında üstünüzden çıkarıp yatağın üstüne attığınız bir kıyafet gibi, yani cinayet sonrası tebeşirle çizilen, faili resmi gibi uzanıyordu bankta...İçine gireni yiyordu...İçine girmeyen kendi kendini yiyordu...Bir güvercin indi yanına,üstüne bastı yiyecek bir şeyler bulabilmek için biraz etrafında dolandı, gagasını hızlıca aşağı yukarı yapıyordu, tam ortasına sıçtı elbisenin ve kafasını kaldırdı, karşısında bir mağaza gördü.Bir takım alana bir takım bedava yazıyordu! Tam ortasında, minik, beyaz, koyu yeşilli bir bok olan yerdeki takım elbisemiz ve üstünde ki güvercin...

Etilen
27.06.2015


  




28 Şubat 2017 Salı

Benlik

   Gittikçe sadeleşip daha da beyazlamaya başlamıştım. Şeffaf olmaya ramak kalmıştı. Ama kara bulutlar ve aynalar arasında yok olmak bir o kadar imkansızdı. Bende, hepsine hak verdim.

  Yaptığım şey:  Soğuktan üşürken hızlıca eve girmek isteyen biri gibi hızlı adımlarla yürümekti. Yaşamak, elbette yapılan eleştirilere hak veriyorum demek değildi ama yaptığım kesinlikle buydu. Son zamanlarda yaptığım, hak veriyorum deyip, hızlıca eve koşturmaktı. Hak veriyorum deyip unutmak ya da önemsememekte diyebiliriz. Bu aynı zamanda yalnızlığa açılan kapının tek kilidiydi.

 Yerine oturtulmayan eleştiri ve ya o anda önemsenmeyip hemen unutulmaya yüz tutan eleştiri seni yalnızlığa itiyordu. Biriken ve büyüyen eleştiriler siyah eldivenli bir el olup, üstüne geliyordu ve seni uçurumdan aşağı itiyordu. Sen yere çakılırken, siyah eldivenli elimiz yukarıdan hala seni işaret ediyordu.

 Kendine yapabileceğin en büyük eleştiri yalnızlıkla yüz yüze kalmaktı. O zaman olmaya başlıyor ve aslında silik olan kişiliğini renklendirmeye başlıyordun. Ufak guruplar içinde ki kanıtlanmış benliğini sürekli yenilemeye ihtiyacın kalmıyor ve hak veriyordun kendine. Zaten kaybedecek bir şeyin kalmamıştı. Kazanıp kazanmamakta senin elindeydi. Gittikçe çarpıklaşan ve değişen bir hayatın her yeri doğru olsa elinde toplamda kaç doğru olurdu? Senin için çok doğru kaç doğru ederdi?

 Unuttuğum eleştiriler aklıma geliyor ve o eleştirilerin içindeki gerçekleri hatırlıyorum.

19 Ocak 2016 Salı

Anahtar

 Elini cebine attı ve anahtarını çıkardı. Baş ve işaret parmağının birleşmesi ile yaptığı sürtünme hareketi bazen sadece anahtarlıktan tutup sallayarak bulduğu evin anahtarını, dış kapının anahtarından ayıran bir seramoniydi. Yok, yok bu bir parmak sporuydu.

 Açılan kapının içine giren anahtar, önce dişlileri kaldırmış sonrada üstüne giymişti. Öncesinde defalarca kez kendi etrafında dönmüştü ve yeri geldiğinde durmasını hep bilmişti. Şimdi oradan çıktığı gibi kapının öbür tarafına yerleşmişti. Kendi etrafında dönüp, tekrar durmuştu. 

 En sevdiği hareketsizliğe hafif sallandıktan sonra kavuştu. Bütün günün yorgunluğunu atmaya çalışacaktı. Ne de olsa cebin içinde bir o tarafa bir bu tarafa sallanmak, çantanın içinde soğuk bir şekilde durmasından, araba köşelerine atılmasından, masa üstlerinde görünmelerinden, salıncaktan düşmesine, bira açmasına ve  kaybedilmekten tekrar bulunmaya uzanan uzun bir hayat hikayesi vardı. 

 En büyük gücü kapıyı açmasıydı. En büyük kudreti kapıyı arkasından kullandığınızda sizi korumasıydı. Sizi hem kurtarıcı hem de koruyucu bir yönü vardı.

 Hayatınız boyunca aradığınız ya da olmak istediğimiz şey bir anahtardı ve çok sıkıcı bir hayatı vardı.


7 Aralık 2015 Pazartesi

Yalnız

 Masanın üstünde su bardağı vardı. Yaşlanmış kadın suratı gibi çizgi, çizgi olan tahta masanın üstünde... Ekmek kırıntıları, dökülmüş tuz, yapışkan hale gelmiş ufak parçacıklar, yol kurmuş tek sıra halinde gel git yapan karıncalar, biraz nem biraz rutubet ve birazda keder kokuyordu.

 Örümcek ağları avizenin üstünü kaplamışlardı. Dolaplar tozluydu. Sessizlik öyle bir hakimiyet kurmuştu ki içerisine, derinlik ölçülebilirlikten çıkmıştı. Ev, anılar gibi kararmıştı. Yağmur öncesi gökyüzü nasılda ağlamaklıdır ve ağlayamaz da içine atarya göz yaşlarını, tamamiyle böyleydi burası.

 Bastığım yerler gıcırdıyordu. Sanki üstüne biri basmamış ve bu durumdan dolayı biraz hamlamış bir insan gibiydi. Aile bireyleri ölmüş. Sen ölmüş ve ben de ölmüştüm. Arkamızda kalan evimiz kapkara kalmıştı. Sence bir ölü pişman olabilir miydi? Hayatımda hiç bir soruya bu kadar net ' hayır ' demek istediğini hatırlamıyordu. Ölüler vardı. Ölüler ağlar mıydı? Ağlamaklı gibi oldu ve duvarın içinden geçti. Yollardan, kaldırımlardan, köprülerden ve insanların içinden geçti. Zaman, zaman biraz yükseldi, İnsanlara, şehre ve evine yukarıdan baktı. Yaşarken de her şey değişiyordu ve kendisi aynıydı. Tıpkı ölüykende olduğu gibi...

 Mezarına gitti. Topraktan içeri girdi ve gözlerini kapadı.



 







4 Aralık 2015 Cuma

Kötü

 Botuyla bastığı toprak iyice yumuşamıştı. Neredeyse içinden kan fışkıracak kadar insan kanıyla sulanmıştı. Barut kokusu burnundan hiç ayrılmamıştı.

 Etrafına baktığında parçalanmış insan vücutlarını, kopmuş elleri, kolları ve bacakları, askerlerin midelerinden sarkmış bağırsakları, parçalanmış üstünde yanık izi olan tişörtleri, tam anlamıyla ölmemiş insanların iniltilerini ve bağırışlarını duyuyordu.

 Bir cesedi ayağıyla hafifçe itti. Adamın elleri silahına öyle bir kenetlenmişti ki, ölüyken bile savaşıyordu. Gökyüzünde ki uçakların sesleri artık, kulağını rahatsız etmeyen bir hal almıştı. Bir insan yaptığı uçağın altına neden bomba yüklerdi? Etrafına baktı. Kendini iyi veya kötü hissetmek olarak tanımlayamıyordu. Artık hislerin tanımlanamadığı bir dönemdeydi. His yoktu. Düşünmek yoktu. Sadece eylem vardı. İnsanın tanrılaştığı bir andı; tamamiyle eylem halinde olması. Yürüdü. Uzunca bir süre yürüdü. Birazcık rahatamak istedi. Arazide bir kaya parçası gördü. Arkasına geçti. Usulca sırtını dayadı. Ayaklarını uzattı. Silahını kendisine yakın bir yere yatırdı. Derin bir nefes aldı. Hafifçe fermuarını açtı. Arkasından da düğmesini ve elini attı. Kendisini okşarken tam ereksiyon bile olamadan boşaldı. O sırada aklından onlarca kadın geçti. Şimdi biraz daha rahatlamış hissetmişti. Fermuarını kapadı. Ayağa kalktı ve şarjörünü kontrol etti. Pekte hali kalmamıştı.

 Olduğu yerde bakınırken bir inilti geldi kulağına. Kafasını çevirdi ve nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Adam tam kelimeleri kuramıyor, sadece inliyordu.Sese doğru yaklaştı ve bir adamı eğilerek omzundan tuttu.Onu tek hamlede yüzüstü çevirdi. İnliyen adamı bulmuştu. Suratına baktı. Silahı göğsüne dayadı ve kafasını yana çevirdi. Tek el ateş etti. Artık inilti gelmiyordu. Çünkü o kötüydü ya da kötü olmak istiyordu. Yine de insanlar arkasından ne kadar düşünceli bir insan acı çekmesin diye öldürdü dediler...

22 Kasım 2015 Pazar

Çoğunluk

Yeni bir hayat kurmaya çalışıyordu kendine ne yapsa üstüne oturmadığını düşünüyordu çok denedi şansını istediğimi bulurum diye ama artık zorlamaya gerek kalmadığını fark etmişti. Düzene ayak uydurup hayatını sürdürebilecek kadar para kazanmanın yeterli olduğunu biliyordu. Fazlası gereksiz, azı azdı. Düşündü, artık beyaz yakalı olma vakti. Daha bir kaç gün önce tezgahın arkasından yoldan geçen çeşit çeşit insanı izliyordu. Hepsinin farklı bir hikayesi olduğunu biliyordu ve aslında hepsinin Mutsuz olduğunu. Öyle ya da böyle, orada ya da burada Mutsuz. Saati fark etti 7.30. Şirketler ve kuralları. kural 1; İlk günden ise geç kalma! Kravatını taktı son bir kez kontrol etti camları, çöpü unutmamalıydı. Aldı. Kapıyı çekti ve çıktı. Metrobüse giden o yolda ne kadar uykusuz olduğunu düşündü. Şimdi yatakta olmalıydı . Akşam biraz daha erken yatmalıyım diye düşünmedi asla. Olmak istediğini oluyordu o aksamlarda. Çift kişilikli olmak zor olsa gerek. Bundan sonra daha zor.

Ve işte metrobüs, içinde para var mi acaba diye düşündü akbilini ne de olsa çok sık kullanmıyordu uzun zamandır. Denedi şansını, evet geçmişti turnikeden. Son bir kez düşündü kendini kalabalığa atmadan, basma kalıplığa girmeden önce son bir adımı kalmıştı. Kaçmalı mı yeniden? Direnmedi neyse o olacaktı. İstanbul' un o sevdiği karmaşasının, anlamsızlığının ve çarpıklığının parçasıydı artık. Sabah kapıyı çekip çıkmasından akşam trafiği atlatıp eve girmesine kadar tam bir düzen adamı gibi davranmalıydı. O da diğerleri gibi düşünmüyor, okumuyor, eleştirmiyordu. ya da mış gibi yapmasını iyi biliyordu. bu metrobüs neden bu kadar kalabalık diye düşünmedi mesela , insanlar buna neden ses çıkarmıyor. İşe zamanında gitse yeterdi. Görünüşe göre gidecekti de indi metrobüsten. yürümesi gerek iş yerine, son nefes alışları. Ve kapıdaydı derin bir nefes aldı. O büyülü kocaman ağır cam kapıyı açtı,bir adim ve artık içerideydi. Etrafa baktı bazı masalar hala boş dolu olanlarsa bostan farksız. Kim geldi diye çevrildi bir an gözler ve anında geri döndü anlamsız bilgisayar ekranına. Daha en baştan anladı burada olmak istemediğini. Kendine ait olan masayı buldu, oturdu, çantasını açtı ve bilgisayarını çıkarıp bir kez daha baktı etrafına. İstemiyordu ve istemeyeceğinden emindi. Mesai bitiminde alelacele topladı eşyalarını, bir an önce çıkması gerekti buradan. Nefes almak istiyordu. Hemen bir sigara yaktı koşar adımlarla uzaklaşıyordu. İlk metrobüsü aldı ve ev.. Koltuğa bıraktı kendini. Düşünmek bile istemiyordu. Ama böyleleri için düşünmemek çok zor hatta imkansız. Ait olmama hissi o kadar fazla ki bu dünyaya, sen kimsin neden bunu yapıyorsun yapma sen o değilsin diyen biriyle yaşıyorlar kafalarında. O ve içindeki o. Her neyse. Artık bir Clark Kent idi, nasıl yazıldığını bile bilmiyorum diye düşündü. Clark Kent deyince sıradan bir süper kahraman hikayesi beklemeyin burada. Kendi yarattığı çifte hayatlı kahraman, Sabahları havalı gözlüğü ve ceketiyle müşteri toplar, akşamları ise siyah tişörtü ve kotuyla gecenin en karanlığına kadar dans ederdi bir yandan, djin playlistine aldırmadan kendi müzikleriyle kafasında. Toparlandı yerinde. evet Buyum ben dedi, hazırım artık oyuna. başlasın ve bitsin. Nereye gitsem diye düşündü. bir kaç mesaj attı sağa sola. Cevap yok.. Başlarım böyle ise dedi, kendi kendine yetmesini biliyordu. Aldı hırkasını çekti kapıyı ve çıktı. Önce uğranacak yer belli. Artık uçmaya hazır. Bir kaç bira ve tamam etraf dönüyor, kendi sabit. Sonsuzluk, dans ve diğerleri.. Bu gece nasıl bitecek? Nasıl biterse bitsin o buydu böyle yaşayacaktı sabahı, o alarm sesini düşünmek istemiyordu. Yok etti bütün dünyayı birası, müzikleri ve kafası artık yalnızdı. Bir taksiye atladı eve girdi. Ve döngüye girdiğini hissetmişti. Karanlık, düşler ve alarm!!



Mürettebattan,

17 Kasım 2015 Salı

Duraksama

 Ayak parmaklarıma bakıyordum. Yorganın kenarından çıkmış, bir ayak. Öylece ayak parmaklarımı oynatıyordum. Donmuş, sessiz bir şekilde sadece bakıyordum çünkü bir şey düşünsem, devamında öyle cümleler dökülecekti ki... Bir eleştiri makinesine dönüşeceğimden emindim. Tarihsel sebep sonuçlar çıkaracağımdan ve gelecek ile ilgili hayal kurup bol bol post kelimesini kullanacağımdan da emindim.

 Gelişmekten, yaratmaktan, farklı olmaktan, ezenden, ezilenden, algı yönetiminden, aşktan, intikamdan, ondan, bundan, şundan, sokaktan, tarihten, aileden, toplumdan, kurallardan, düşünürlerden ve birçok şeyden... Parmaklarıma bakmaya devam ediyordum. Bir insan kendi gerçekliğinden kaçmak için bütün bunları, kendisine ne güzelde maske yapabiliyordu.

 Gerçeği sürekli inkar eden ben miydim? Kendi gerçeğimden daha ne kadar kaçabilirdim? Baktığım, eleştirdiğim ve irdelediğim şeyler kendimden başka kim olabilirdi?

 Sorular peş peşe gelmeye devam ediyordu. Durdum. Döndüm. Sonra yatakta uyuya kaldım. İşte bütün hikaye bu.